Türkiye’nin NATO İçindeki Stratejik Rolü ve Yeni İşbirliği Yaklaşımları

Türkiye’nin NATO içindeki stratejik rolü, güvenlik politikaları ve yeni işbirliği yaklaşımları üzerine derinlemesine bir inceleme. Bu yazıda, Türkiye’nin NATO’daki etkisi ve gelecekteki yönelimleri ele alınıyor.

Türkiye’nin NATO İçindeki Stratejik Rolü ve Yeni İşbirliği Yaklaşımları
REKLAM ALANI
Yayınlama: 21.03.2025
0
A+
A-

Türkiye’nin NATO İçindeki Kritik Rolü ve Yeni Yaklaşımlar

Türkiye'nin NATO İçindeki Kritik Rolü ve Yeni Yaklaşımlar

Amerikan istihbarat ve savunma çevrelerine yakın düşünce kuruluşlarından RAND Corporation, Türkiye-NATO ilişkileri üzerine yayımladığı yeni raporunda, Türkiye’nin NATO için kritik önem taşıdığını vurgulayarak, ittifakın Türkiye ile ilişkisini yeniden tanımlaması gerektiğini belirtmektedir. Rapora göre, Türkiye, NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip olması, savunma sanayisinin hızlı ve düşük maliyetli üretim kapasitesi ile özellikle Ukrayna krizindeki kritik rolü nedeniyle Batı için stratejik bir öneme sahiptir. Özellikle Türk yapımı Bayraktar TB2 gibi insansız hava araçlarının sahadaki başarısı, Türkiye’nin askeri kapasitesinin Batı açısından ne kadar değerli olduğunu göstermektedir.

RAND raporu, Türkiye’nin Rusya’ya karşı tarihsel güvensizliğinin sürdüğünü ve Ankara’nın bağımsız stratejik bir güç olarak hareket etme arzusunu dile getirirken, NATO’nun Türkiye ile ilişkilerinde ideolojik uyum beklentisinden vazgeçip daha pragmatik bir yaklaşıma geçmesini önermektedir. Rapor, NATO’nun Türkiye’nin bağımsız karar alma eğilimini bir sorun olarak görmek yerine, bunu Rusya gibi ortak tehditlere karşı kullanılabilecek bir avantaj olarak değerlendirmesi gerektiğini vurgulamaktadır.

RAND Corporation ayrıca, Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye yönelik üyelik perspektifinin artık gerçekçi olmadığını ve bu belirsizliğin ilişkilere zarar verdiğini savunuyor. Raporda, NATO’nun Türkiye ile ilişkisini, AB üyesi olmayan ancak Avrupa ile yakın bağları bulunan İsviçre veya Norveç benzeri bağımsız bir ortaklık modeli üzerine kurmasının daha sürdürülebilir ve faydalı olacağı sonucuna varılmaktadır. Bu şekilde, Türkiye’nin hem askeri hem diplomatik kapasitesinden daha etkin bir şekilde yararlanılabileceği vurgulanmaktadır.

Göz Önünde, Fakat İhmal Edilen Bir Ortak

Göz Önünde, Fakat İhmal Edilen Bir Ortak

Savunma pozisyonlarını güçlendirme çabası içindeki Avrupa Birliği, son dönemde kendi savunma sanayisini geliştirerek iç üretime ciddi yatırımlar yapmakta ve işbirliğinin önündeki engelleri azaltmaktadır. İçeride yapılan bu yatırımlar önemli olsa da, AB aynı zamanda sınırları dışındaki müttefiklerine de yönelmelidir. Bu müttefikler arasında göz önünde fakat genellikle ihmal edilen önemli bir ortak bulunuyor: Türkiye.

Son haftalarda medyaya yansıyan haberlerde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Ukrayna‘daki barış gücüne asker gönderme konusunu değerlendirdiği belirtilmiştir. NATO Genel Sekreteri Mark Rutte ise şimdiden Türkiye ile AB arasında daha derin bir işbirliği çağrısında bulunmaktadır.

Rusya’ya Duyduğu Derin Güvensizlik

Türkiye, Batı açısından her zaman kolay bir müttefik olmamıştır. Erdoğan, Türkiye’nin NATO üyeliğini sık sık tavizler koparmak için kullanmıştır. Örneğin, 2011’de Libya’da ortak hareket edilmesini geciktirmiş, Finlandiya ve İsveç’in ittifaka katılım sürecini engellemiştir. Bu pragmatik yaklaşımın değişmesi pek olası görünmemektedir. Ancak kritik nokta şudur: Türkiye, genellikle yaptığı anlaşmalara sadık kalmakta ve mevcut siyasi ve ekonomik durumu nedeniyle bu anlaşmalardan basitçe çekilip gitme lüksüne sahip değildir. Dahası, Türkiye’nin temel jeopolitik çıkarları ve uluslararası istikrar konusundaki vizyonu NATO ile hâlâ büyük ölçüde uyumludur. Ankara, Ukrayna’yı askeri olarak destekleyerek ve Rus donanmasının hareketlerini kısıtlayan Montrö Sözleşmesi‘ni uygulayarak Ukrayna krizinde kritik bir rol üstlenmiştir.

Türkiye’nin Askeri Kapasitesi ve NATO

Her NATO üyesi, İttifaka benzersiz bir katkı sağlar ve Türkiye de bu bağlamda farklı bir konumda yer almaktadır. Ülke, askeri büyüklüğü, gelişen savunma sanayisi ve Avrupa sınırlarını aşan diplomatik erişimiyle öne çıkmaktadır. NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahip olan Türkiye, geniş sınırların savunulmasında veya ileri karakollarda görev almada sayısal avantaj sağlamaktadır. Askerlerinin bir kısmı profesyonel olmayan zorunlu askerlerden oluşsa da, modern savaşta nicelik hâlâ belirleyici bir faktördür.

Türkiye’nin savunma sanayisi, onlarca yıllık yatırım ve teknoloji transferleri sayesinde ciddi bir gelişim göstermiştir. Türk yapımı Bayraktar TB2 gibi ekipmanlar, Batılı muadilleri kadar ileri teknolojili olmayabilir, ancak uygun maliyetli ve savaş alanında oldukça etkili olduğu kanıtlanmıştır. Ukrayna ordusunun Türk İHA’larıyla elde ettiği başarılar, üst düzey ama sayıca sınırlı silahlar yerine dayanıklı ve hızlı üretilebilen sistemlerin önemini göstermektedir. Günümüz savaşlarında hızlı ikmal kritik olduğundan, Türkiye’nin seri üretim kapasitesi stratejik bir avantaj sağlamaktadır.

Pragmatik İlişki En Gerçekçi Çözüm

Türkiye’nin katkıları yalnızca askeri boyutla sınırlı değildir. Diplomatik, kültürel ve ekonomik ilişkileri Afrika, Orta Doğu ve Güneydoğu Asya’ya kadar uzanmaktadır. Türkiye, Avrupa’daki NATO üyelerinden farklı olarak Brüksel ve Washington’un kaçınmayı tercih ettiği rejimlerle dahi iletişim kurabilme kapasitesine sahiptir. Kritik maden kaynaklarına erişim sağlama, enerji anlaşmaları yapma veya Rusya ve Çin’in etkisini dengeleme konusunda Türkiye, NATO’nun Batı nüfuzunun sınırlı olduğu bölgelere açılan bir kapısı olabilir.

NATO’nun Türkiye ile ilişkisini derinleştirmesi, zihniyet değişimini gerektirmektedir. Avrupa liderleri, Türkiye’nin arzuladıkları gibi tamamen Batılılaşmış bir müttefik olmayacağı gerçeğini kabul etmeli ve mevcut Türkiye ile ilişki kurmalıdır. Paylaşılan çıkarların ideolojik uyumun önüne geçtiği daha pragmatik bir ilişki yaklaşımı, en gerçekçi çözümdür. Türkiye, kendini bağımsız bir güç olarak görmekte, NATO’nun alt kademesinde yer alan bir ülke olarak değil. Türk liderleri, kendi ulusal çıkarlarına en iyi hizmet eden anlaşmaları yapmaya devam edecek. NATO, bu gerçeğe direnmek yerine onu avantaja çevirmelidir.

Avrupa ile Yakın Fakat Bağımsız Bir Ortaklık Modeli

Türk dış politikası güçlü bir stratejik özerklik arzusu tarafından şekillenmektedir. Bu durum, NATO liderleri açısından zorlayıcı olsa da, Ankara’nın asla Rusya’nın kuklası olmayacağı anlamına gelmektedir. Türkiye’yi NATO çizgisine zorlamak yerine, NATO liderleri Türk bağımsızlığının Batı hedefleriyle örtüştüğü alanları (örneğin, Karadeniz ve Suriye’de Rus etkisinin sınırlandırılması) belirlemelidir.

Türkiye-NATO ilişkilerinin önündeki en büyük engellerden biri, AB üyeliğiyle ilgili süregelen belirsizliktir. Hiç kimse artık Türkiye’nin AB’ye katılacağına gerçekten inanmıyor, fakat hiçbir taraf bunu açıkça dile getirmek istemiyor. Bu belirsizlik sadece kızgınlığa yol açmaktadır. Sonu olmayan diplomatik dansı sürdürmek yerine, NATO liderleri gerçeği kabul etmelidir: Türkiye’nin geleceği İsviçre, Norveç veya (giderek artan biçimde) Birleşik Krallık benzeri, Avrupa ile yakın fakat bağımsız bir ortaklıkta yatmaktadır.

İdeal Bir Ortak Değil, Fakat Kritik Bir Oyuncu

İdeal Bir Ortak Değil, Fakat Kritik Bir Oyuncu

Türkiye ideal bir müttefik değildir, fakat bugünün jeopolitik ortamında ideal müttefikler, NATO’nun sahip olabileceği bir lüks değildir. Ankara’nın demokratik gerilemesi, insan hakları ihlalleri ve Rusya ile yakınlaşması gerilim yaratsa da Türkiye, Rus saldırganlığına karşı koymada, Suriye’yi istikrara kavuşturmada ve NATO’nun küresel erişimini genişletmede ‘kritik bir oyuncu’ olmaya devam etmektedir. Türkiye’nin de dahil olduğu son Avrupa savunma görüşmeleri, olumlu bir ivmenin oluştuğuna işaret etmektedir. NATO şimdi Türkiye ile ilişkisini gönülsüz bir ortak yerine vazgeçilmez bir müttefik olarak yeniden tanımlamak için bu fırsatı değerlendirmelidir.

REKLAM ALANI
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.

Site Haritası